Siyaset Kaderimizdir!*
- Ömer Faruk İslamoğlu
- 27 Tem 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Tem 2024
Öfkeyle içinden geçtiğimiz, her şeyin patlamaya yakın olduğu ve toplumun kendi gerçeklerinin ayırdına varma isteğiyle dolup taştığı bu günlerde “Hepimiz hastalanıyoruz” diye bir yaygara koparılıyor. Uzmanlaşmış yurttaşlar, kendilerine verilen emri yerine getirmek niyetiyle şöyle devam ediyor: “Sağaltıcı şeylere ihtiyacımız var.” Anlıyoruz ki bu düzen, adaleti istemeyi bir tür hastalık, kendi çıkarları adına yürüttüğü gösteriye katılımı da bir tür sağlık belirtisi sayıyor. Artık kimse sağaltılmak istemediğini onlara söylemediği için, gösterinin yöneticileri ve düzenin uzmanları hemen her fırsatta toplumu utanç verici bir şölenle dizginlenmeye, ‘normalleşmeye’ zorluyor. Adalet isteminin, imajları çiğnemenin ve bu uğurda bir siyaset gözetmenin neden anormal hale geldiği konuşulmuyor. Uzmanlar, tezgahlarının yıkılma korkusuyla krizi de bir gösteriye dönüştürme yoluna giriyor; çürüyüşü kendi çatlaklarından sızmakta olan düzeni, ölülerin kanlarıyla, seyirci düzeyine indirgeyerek sağlıklı hale getirmek istedikleri kitle gözyaşlarıyla sıvamak istiyor. Oysa yarattıkları bu yeni şölen de tıpkı kurdukları kentler gibi çürük! Öyle ki televizyon programlarında halkın paralarını sadaka olarak dağıtıyor, felaketi rakamlara indirgiyor, yaşayanları müzikler eşliğinde kurtarıyor, ölüleri dozerlerle gömüyorlar. Toplumu bir hastalık olarak siyasetten, varoluşu yok sayan şölenlerle arındırıyorlar. Yas da siliniyor haliyle, o şölenlere karışıyor. Ve şimdiye dek sağlıklılık adı altında yürüttükleri hastalıklı gösteri, toplumun hastalık olarak gözüken -siyasete katılan- bu tek sağlıklı anında biraz olsun sarsılmıyor.
Sormak gerek, acaba kurtuluş hala ‘doğal’ yollardan mı aranıyor?

Gerçekçi olalım ki, şimdiye dek hiçbir doğal felaket, toplumun yüzyıllardır içinde yaşatıldığı tarihsel felaketin gerçeklerini ortaya çıkaracak denli yeryüzünü sarsmayı başaramamıştır. Ve toplum, hiçbir doğal felakette, her gün içinde yaşatıldığı bu yapay felakette olduğu kadar aşağılanmamış, kayıplar vermemiş, nefes aldığına utandırılmamış, mide bulandırıcı bir gösterinin parçası olmaya zorlanarak; iyileştirilme ve normalleştirilmeyle tehdit edilmemiştir. Öyle bir felaket ki bu, insan çığlıklarını çağın ezgilerine, ölülerin kanlarını dirileri sağaltan kokteyllere, moloz yığınlarını üzerinde şölenler düzenleyeceği ve kibrin yeni kulelerini inşa edeceği meydanlara dönüştürmek istemektedir. ‘Birey’ derin bir sarsıntıyla bu zamana dek bir gösteri uğruna yaşatıldığını aymaya görsün, mevcut düzen onu yeniden tarihsel gösterinin parçası kılmak için sağlıksızlıkla tehdit edecek; iyileştirme adı altında her biri bir sonrakiyle aynı mantığa hizmet eden “yeni normalleşmelere” hazırlayacaktır.
Burada artık “sağlık” düzenin sağlığı, “iyileşme” gösteri adına iyileşme, “normalleşme” siyasetten el-etek çektirme anlamını taşıyacaktır. Felaketler karşısında esas felaket de, mevcut meta ilişkilerinin sürekliliği ve ters yüz edilmiş değerler gösterisi adına yaşatılacaktır.
Yasa apaçıktır; kimse hastalanmayacaktır!
Baskının önceki biçimleriyle, çağımızın sağaltıcı faaliyetleri arasındaki benzerliği incelemek bir hayli zorlayıcı. Fakat biz yine de basit bir mukayesede bulunmayı deneyeceğiz. İlk çağların iktidarları da karanlık düzenlerini, halkın seyirci olarak katılacağı bir gösteriye dönüştürmek niyetiyle kendi kapıkullarını, cellatlarını, uzmanlarını ve hatta azizlerini yaratmayı başarmıştı. Fakat onların bu ruh sağaltıcıları, bizim uzmanlarımıza nazaran çok daha insaflıydı!
Onlar için gösteri ve uzmanlık, yurttaşların ruhunu teskin etmek ya da ruhları kendi ideolojik idealleri uğruna düzenlemek; gücün sınırları içinde biri ötekinin yerine geçemeyecek sınırlı değerler adına yürütülüyordu. Bu uğurda sitenin düzeni, sağaltıcı gösterilerle korunabilir, uyumsuzlar sonsuzla -ölüm/tanrı- teskin edilebilirdi. Ceza yasası belirliydi; sitenin dışına sürülmek ya da yurt toprağına gömülmek. Bizim gösteri üzerine kurulmuş dünyamızın uzmanları, tıpkı hizmet ettikleri o sınırsız gösteriden öğrendikleri gibi ölçüsüz ve acımasızlar. Ötekine ikame edilse bile hiçbir anlam farklılığına uğramayacak iktidarlarını, muhalefette bile değersizlikte eşitlendikleri siyasetlerini, gösteriyi “sağlıkla” yürütmek adına sürdürüyorlar. Korumaları gereken şey değerleri, ideolojileri ya da onurları değil ve hatta güçleri bile değil, meta ilişkilerini parlak bir süreklilikle gizleyen ‘evrensel gösterinin’ bizzat kendisi. Bu uğurda her şey bir diğerinin yerine geçirilebilir. Hükümetler değişir, baskı biçimleri değişir, felaketler değişir, sınırlar değişir. Gösteri sağlıkla sürdüğü ve kendi uzmanlarını yarattığı müddetçe değişimin kendisi de, uzmanlıklar arası geçiş de her an gerçekleştirilmeye müsaittir.
- Nazi Almanyası’nın sokakları “kimse aç kalmayacak” pankartlarıyla süsleniyordu. Gerçekten kimse de aç kalmıyordu; ya öldürülüyor ya da yaşamasında karar kılınıyordu. Bugün gösterinin uzmanları da “kimse hastalanmayacak” diyorlar. Ama bize bunun bir teklif mi yoksa bir tehdit mi olduğunu söylemiyorlar. -
Devlet değerlerinin, piyasa değerlerini gizleyen gösteri düzeneğiyle yer değiştirmediği bir çağda, polis zoruyla, şehrin dışına sürülmekle, yersiz yurtsuz bırakılmakla tehdit ediliyordu yurttaş. Krala başkaldırmak, iktidara karşı durmak, bir halk ayaklanmasıyla onu yerinden etmek mümkündü. Bugünün gösterisi yersiz-yurtsuzluk adına büyütülüyor. Ve “gösteri”, kavganın ve düşmanlığın kendisi de dahil olmak üzere hiçbir şeyi dışarda bırakmıyor. Bugün felaket, hastalanmanın yasak kılındığı, şehirden kovulmanın imkansızlaştığı, iktidarı karşına almanın ‘gösteri iktidarı’ adına yapıldığı, öfkenin tek gecelik bir parti edasıyla sağaltıldığı ‘sınırsız’ bir evrende gerçekleşiyor. Dolayısıyla uzmanları da saray soytarıları, soylu burjuvalar, maaşlı hatipler ya da ruh bilimciler değil. Gösterinin dünyasında artık, yöneticiler sokaklara iniyor, reklamcılar panayırlar düzenliyor, sınıflar kaynaşıyor, sözde sanatçılar, psikologlar, bilim adamları ve toplumsal katmanlardan birçok insan, o çok uzmanlaştıkları “sağlıklılık” hakkında toplumu sağaltıyor. Gerçekten de herkes iyileşsin diye hızlıca düzenleniyor şölen. Herkes iyileşsin ve yaşamın doğruları, paranın yalanlarıyla yer değiştirsin diye!
Adı parayla anılan Napolyon Bonapart “Kader nedir?” diye sormuştu Goethe’ye. Biraz düşünüp cevabı yine kendisi vermişti: “Siyaset kaderdir!”O gün tüm değerleri silip süpüren fatihin sınırsızlık arzusu, bugün yerini sahte arzular yaratan, korkunç, sağaltıcı bir gösterinin alevden çemberine bıraktı; bize insanın kılıçsız da, sağlıklılık adına da öldürülebileceğini öğretti. Biz de buna karşı, sağlığı hastalıkta bulmak zorunda kaldık. Siyaset, bizim için de bir kader haline geldi. Ama bir başka siyaset. Bu çok sağlıklı dünyada, bir ‘hastalık’ olarak siyaset!
O hastalık ki, biz onun tüm belirtilerini üzerimizde taşıyor, düzenin alçakça saldırıları karşısında, toplumu kuracak sahici bir düzen yaratmak için ateşler içinde yanıyoruz. Zaten hastalıkta sağlıklıları ürküten yegâne semptom da budur; ateşler içinde yanmakta olan hastanın, hastalıkta diretmesi. Ve kendini kurulu düzenin, onunla varlık kazanmakta olan toplum sağlığının yıkımına adaması! Toplumun içinde kara bir veba gibi yayılması gereken bu ateşli hastalık, gösterinin parlak ve ışıltılı siyasetini bir saman alevi gibi söndürecek güce sahiptir. İyileşmeye dair tek emare de, ancak bu yolla belirecektir.
Öyle dilerim ki, evrensel gösterinin henüz yıkılmamış tüm sahte duvarları, Artaud’un hastalıkta bulduğu şu gerçekle sarsılsın; “Hastalık bir durumdur, sağlık bir başka durum, daha temeli; yani daha korkakça ve daha değersizi. Hastalık sizi güçlü kılar. Sağlık, hastalıktan kaçmak için sizi hain yapar!”
Öyle dilerim ki insan, daha da hastalansın.
Ömer Faruk İslamoğlu
--------
*Depremin Ardından.