top of page

Hafiyenin Şarkısı: Şehir Banyosu -I

  • Hafiye
  • 27 Tem 2024
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 28 Tem 2024

ree

BALIKÇI

-Kimse memnun değil… Herkes çekip gitmekten bahsediyor! Ama bak… Kimsenin çekip gittiği de yok… Neden… Neden çünkü hikaye var… Kendi elimizle ördük bu çirkin duvarları… Kendi elimizle olunca… Gidemiyorsun… Hapishane bile olsa… Hani sıkışmış olsak da nefes alamasak… (Durup denize bakıyor, uzun bir sessizlik oluyor) Biz yarattık bunu anlıyor musun… Bizim hikayemiz var bununla… Nasıl gideceğiz… Boktan bir şey yarattık! Ama yarattık değil mi… Turist miyiz ulan biz, kim anlayacak bunu bizden başka…


(Oltanın ucundaki plastik sallanıyor. Sigarasını atıp misinayı sarıyor… Kancanın ucu boş, yosunlar havada asılı duruyor. Oltayı tekrar sallamıyor. Demirlere dayıyor. Bir süre konuşmuyoruz. Tabureden kalkıp yürüyüşe devam etmeyi düşünüyorum. Konuşmayı sürdürüyor.)


Bak benim bütün problemim hayatımın yarım bir şeyler üzerine kurulmuş olması… Her şeyim yarım yamalak… Evliliğim… Çocuklarımla ilişkim… İşim… Ülkem… Her bir şey… Bakir hiçbir şey yok… Ama kadın da olamıyor… Anlıyor musun… Şimdi bir kitap okuyorum. Bana diyor ki, ölüm gelip her şeyini tamamlayacak… Sokmuşum ulan öyle ölüme! Sanki neyi tamamlayacak!


TAKSİCİ

(Karaköy’den Topkapı’ya gitmek için bir taksi çeviriyorum. Taksici 60 yaşlarında bir amca. Perşembe Pazarı’na dönen yolun sağında bağlama çalan bir adamın sesi geliyor; “Kendime kastım Ali, Dağlara küstüm Ali, Dar günde dostum Ali...”. Taksici, “Şu an şurda durup şu türküyü dinlemek için elli lira verirdim” diye söze giriyor. Sessizlik oluyor. Devam ediyor…)


-Bu türküyü söylediği için idam edilen bir arkadaşım oldu. Kenan Evren’i bilir misin? Bir sağdan bir soldan diyordu hani... Soldan bir adamı bu türküyü söylediği için astılar. Mamak Cezaevinde kaldım, on üç sene... Gözaltına alındığımda on yedi yaşındaydım, mahkeme sürecini uzattılar ki cezam uzasın. On üç sene, dile kolay! Bir çocuk vardı idamlıklardan, hoca gelip okumuştu… Anladık ki ertesi gün gidecek… Gece bir anda uyandı, bağıra çağıra ağlamaya başladı: “Yanıyorum, içim yanıyor, yoğurt getirin, içim yanıyor…” Kalktım yataktan koştum kantine. Kantinciye “Yoğurt ver” diyorum, vermiyor. “Hüseyin çavuş yiyecek onu” diyor. Tuttum attım yere, girdim kantine aldım elime yoğurdu koğuşa koştum. Ellerimle çocuğun ağzına yüzüne sürüyorum yoğurdu... Tabi üstümüz başımız olduğu gibi yoğurt oldu... Gardiyanlar geldi, aldılar beni hücreye attılar… Dört gün kaldım hücrede. Çıktığımda çocuk idam edilmişti...


Ben on üç yıl kaldım Mamak Cezaevi’nde. Çok arkadaşımızı idam ettiler. Gecesinde hoca gelirdi… Bir hoca vardı Trabzonlu, Allah selamet versin nursuz bir adam. Okurdu idamı gelen kişiyi, ordan anlardık... Hücreye gidip dönmeyenler oldu. Nuran diye bir kız vardı, intihar etti dediler. Bilmiyoruz intihar mı etti… Ana baba yok, sahip çıkan yok, görüş günü yok, bir kere girdiysen dışarıya haber yok... Kim sahip çıkacak? Bana çok sordular “O yoğurdu yedirdiğin için pişman mısın?” diye. Ne pişmanlığı, “iyi ki yapmışım” diyorum… Ne güzel yapmışım… O zamanlar hapishaneler şimdiki gibi de değildi, şimdi otel gibi hapishaneler. Bize nohut kaynatırlardı, mazgallardan elimizi uzatırdık avcumuza dökerlerdi... Hayvan gibi yaşadık hayvan gibi… Bir tane müezzin geldi bir gün, Milli Selamet Partili... Diyorduk ki ona “Hadi biz bir sağdan bir soldan bizi anladık da sen ne yaptın be adam. Ezanı tersten mi okudun?” (Gülüyor) Şeriatçıydı işte o da. DEV-SOL’dandım ben. Ülkücüler vardı, yeşiller vardı. Ama içeri girdin mi ne ülkücüsü kalıyor ne başka şeyi. İçerde bir oluyorsun... Kavga bitiyor içeri girince… Kızlar da vardı. Onlara yapılan şeyler katlanılır gibi değildi... Bizi çok sınadı bu devlet. Şimdiki gençler öyle mi. Bağır bakalım şu Aksaray meydanda “ülke elden gidiyor” diye. “Deli” derler sana... Biz Amerika’ya karşı savaşıyorduk güya, bağımsızlığa savaşıyorduk. Birileri bişey diyordu bize yapıyorduk, Amerikalılar gelecek diyorlardı, organize oluyorduk… Kurtarıyorduk işte bir şeyleri... Hapisten çıktıktan sonra Ağrı Doğubeyazıt’a askere gönderdiler beni. Asker kaçağı gibi görünmek istemedim. Bir de askerlik yaptım üstüne… Zaten Maltepe Askeri Lisesi’nden atılmışım ikinci sınıfta... Ama bir Ahmet başçavuş vardı askerde, korurdu o kollardı beni. Buna dalaşmayacaksınız derdi… Görüştüğüm bir arkadaşım vardı koğuştan, kanser olduğunu öğrendim sonra. Birkaç yıl önce vefat etti... Mahpustaki arkadaşlarımdan birini şimdi yolda görsem, sarılırım... Ağlarım herhalde… Kolay mı onca yıl? Bakmam “kim olmuş neci olmuş” diye basarım bağrıma... Arada bir aklıma geliyor… O gece... Yoğurt isteyen çocuğun çığlıkları… İdama giden arkadaşlarımın gözleri… Eşime anlatıp duruyorum… Unutamıyor insan geçmişi…


(Topkapı’ya varıyoruz, çay ikram edeyim diyorum. Çalışmam lazım karşıya döneceğim diyor. Helalleşip ayrılıyoruz.)


GARSON

(Akşam… Haliç’te yürüyorum. Kafenin önünden geçerken kapatmak üzere olan garson, çay ısmarlamayı teklif ediyor. Oturuyorum. Bana çay getiriyor. Patronlar kameralardan izlediği için kendi kahve bardağına birasını doldurup karşıma oturuyor. Az sonra uzaktaki bir kafenin çalışanı, dükkanını kapatmış, yanımıza oturuyor. Garson arkadaşla muhabbete dalıyorlar. Genç kız, Almanya’da geçirdiği Erasmus günlerinden, yabancıların Türkiye’ye bakışından bahsediyor. Ses çıkarmadan dinliyorum.)


- Onlara Türkiye’den geldiğimi söylediğimde çoğu neresi olduğunu bilmiyordu bile. Bizi develere biniyoruz zannediyorlar! O kadar kinlendim, o kadar utandım ki… Uzun bir süre yalnız kaldım… İçki içtiğimi gördüklerinde şok olmuşlardı... Daha sonra misafir öğrenci olarak yapmam gereken ödevi hocayla konuşup değiştirdim… İnternete girdim, bütün gece kulüplerinin, plaj partilerinin fotoğraflarını çıkardım… Altlarına Türkiye’deki sosyal hayatla ilgili, özellikle gece hayatı… Özgürlükler… Fırsatlardan bahseden fotoğraflar ve yazılar hazırlayıp sunum yaptım… Hepsi çok şaşırdılar… Beklemiyorlardı!


ÖĞRENCİ

(Kumral, yirmilerinin ortalarında bir kız, kısık sesle arkadaşıyla konuşuyor.)


-Beni sinirlendirmek için mi bilmiyorum… Gece eve geldi… “Abla bir şey söyleyeceğim” dedi. Oturduk… Biriyle birlikte olduğunu söyledi… Nasıl olduğunu sordum… Cinsel bir şeyler yaşamışlar… Salak salak yüzüme bakıp gülüyor… Beni sinirlendirmek için mi uyduruyor bilmiyorum… “Abla” dedi... “Bu şey sandığımdan daha zevksizmiş…” Ortada kızmama değecek hiçbir şey yokmuş! Neden kaçsın ki insan bundan dedi… Bir de detaylarıyla anlatıyor… Bu kadar koruyucu davranmak anlamsızmış… Ne diye böyle zevklerin peşinden koşulduğunu, ne diye tabulaştırıldığını anlayamıyormuş… Saçma sapanmış… Sıkıcı bir şeymiş… Böyle bir şey olabilir mi? Doğru mu söylüyor sence gerçekten…


(Yalnızca bu olaya özgü fikrimi belirtmeme izin verin. Hatırladığım ifadeler üzerinden buraya aktardıklarım, o masada duyduklarım karşısında çok daha düzensiz ve cansız kalıyor. Yabancılaşmaya dair kurguyla aktarılamayacak kadar çarpıcı şeyler duydum o masada. Ve hepsi gerçekti! Büyük bir yazarın kıyıda köşede kalmış bir kitabını okumuş ve ablasını kandırıyor olamazdı...Lamiel değildi bu kız. Belki kanlı canlı, zamanımızın kaba ruhunu yansıtan Lamia, Fatıma ya da Gülnihal’di.)



bottom of page